2 Haziran 2011 Perşembe

Yaşam Dediğin

Bir nefes alımı kısa, bir nefes verimi kolay. Üç anlık; doğmak, büyümek, ölmek. Bir de yaşamın paralelinde gelişen bir aşk. Aslında, istemesek de dört anlık hayat, elimizde olmadan gelişen.

Birinci an, doğum, bebeklik, çocuklukla geçen; masumiyet çağı. Hiçbir günahın bozamadığı; hiçbir insanın elinin değmemesi gereken ve bozduğunda geri veremediği tek an. Sınırsız ve sorunsuz inancın, mutlak hakimiyetinin hüküm sürdüğü gönüllerde, çocukluğun o saf inanışı ve güvenişiyle bakan gözler.

İkincisi büyüme dönemi, hayatın deli dolu çağları. Bilinmez bir çırpınışta geçen gel-git dönemleri, ruhun en isyankar zamanları, herkese ve her şeye başkaldırı ihtilalleri.

Bir de aşk, işte şu anda oluşan paralel ruh dünyası. Büyüme dönemi ne kadar hırçın, ne kadar korkusuz ve sarsılmazsa; aşk o kadar korkak, ürkek, kırılgan.

Onca emekle büyütülen ruhumuz, yeniden şekillenir bu iki dönemin birbiriyle karıştırılmasından sonra. Bir yanda aydınlık yanımız, saf ve dürüst ruhumuz. Diğer yanda, asi, inatçı ve her şeyi yapabilecek karanlık yanımız. Sanırım dünya var olalı beri meydana gelen iyilik-kötülük savaşının kaynağı da bu zamanlardır. Tabi iyilik daima kazanır derler ama iyilik daima kazanmaz. Söz konusu aşksa, hükümleri farklıdır ve hiçbir kural, aşk için geçerli değildir. Ve zaman, sadece aşkta geçersiz olan kavram. Her zaman gerekli olan ama söz konusu aşksa, fazlalığı hissedilen an. Kavuşmaları kısaltan, ayrılıkları uzatan, hep işlemesi gerekenin tam tersi yönde işleyen zaman.

Geçip giden deli gençliğin ardından gelen, ölüm dönemi. Ölüm kaçınılmazdır, kimse bunu inkar edemez. Her ne kadar kimse, ölmek istemese bile. Ve bile bile ölümü kabullenmek, insanoğlunun çaresizliğe bahanesinin cevabı. Her çaresizlik gibi görünen olayın sonu, sadece çözümdür, gerekli kabulleniştir, teslimiyettir, tevekküldür. Sanırım insanların cevap bulamadıkları son noktada, sabredip beklemesinin çaresidir, ölümü bilmek. Kim bilebilir?…


Share:

0 yorum:

Yorum Gönder